beşiktaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
beşiktaş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Kasım 2010 Cumartesi

Wallpaper

18 Ekim 2010 Pazartesi

Wallpaper

Resmi büyütmek için resmin üzerine tıklayınız...

3 Mayıs 2010 Pazartesi

wallpaper

Resmi büyütmek için resmin üzerine tıklayınız...

14 Nisan 2010 Çarşamba

Beşiktaşlı Olunmaz, Beşiktaşlı Doğulur...



Almanya'da doğmuşum. Baba ne yazık ki Fenerli. Ben de ilk olarak Fener'i bilmişim. Gel zaman, git zaman bebeklikten çıkmaya başlamışım. 80'li yılların başındayız. Yani Almanya'da Türk futbolunu bugünkü gibi kolay takip edemediğiniz yıllar. Baba Fener diyor, ben Fener diyorum. Bilmiyorum ki başka ne seçeneklerim var.
1984 yılında Türkiye'ye kesin dönüş yapıyoruz. Benim yaş olmuş şimdi dokuz. Türkiye'deyim ama bırak diğer takımları incelemeyi, izlemeyi, Fener'i bile izleyip takip etmiyorum. Soranlara Fenerliyim diyorum, devam ediyorum hayata.
Derken günlerden bir gün, mahallemizin abilerinden birinde bir rozet görüyorum. 1 cm çapında yuvarlak ufacık bir şey. Üzerinde de küçük bir Beşiktaş amblemi. Hala ilk günkü gibi hissederim o armayı görünce yüreğimde hissettiğim sıcaklığı. Sanki adını koyamadığım ama çok tanıdık gelen bir duygu beni o armaya doğru çekiyor. Gözümü dikip uzun uzun armaya baktığımı hatırlıyorum. Bunu fark eden rozetin sahibi abi "Ne oldu?" diye soruyor. "Bu ne?" diyorum. "Beşiktaş rozeti" diye cevap veriyor.
O zamanlar Beşiktaş'ı mahallede top oynarken falan duyuyorum en fazla. Dediğim gibi çok fazla merak etmiyorum takımları falan. Almanya'da buradaki gibi hayatınız futbol olmuyor. İşçi kısmının o zamanlar takım tutmaya mecali mi var? Sürekli çalışmaktan zayıflamış, küçülmüş, ufacık adamlar koca koca makinaların altında, üstünde, her yerinde çalışıyor. Çocuklarının da futbola o kadar önem verdiği yok. Medyada olsun, okulda olsun farklı sporları sevdirmek için teşvik ediliyorlar çünkü. Her şey futbolda bitmiyor orada. Normalde Türkiye'de doğsa 7 yaşındayken eline hokey sopası verilen bir çocuk "Bu ne ulan?" diye bakakalacakken, orada tüm kuralları kendisine öğretilip sahaya sürülüyor ve hokey maçına çıkartılıyor. Dolayısıyla futbolla pek içli dışlı olmayan ve aslında pek de hazzetmeyen biri olarak Beşiktaş'ı mahallede konuşulanlardan biliyorum en fazla. Mahallede ki çocuklardan bazıları Beşiktaşlı onlar sayesinde Beşiktaş diye bir takım olduğunu biliyorum sadece.
Mahallemizin abisi rozetten çok etkilendiğimi fark edince kendisine göre o zamanlar iyi kurnazlık yaptığını düşündüğü, bana göre ise hayatımı değiştirdiğini düşündüğüm bir teklif yapıyor.

- Beşiktaşlı ol, rozeti sana vereyim.

Neden bilmiyorum ama 1 saniye bile düşünmedim. İnsan böyle bir karar verirken biraz bile olsa düşünür değil mi? Baba Fenerli. Babaya ne diyeceksin? Sonra sağda solda dönek diyecekler sana. Onlara ne cevap vereceksin?
Hiç birini düşünmedim. Hatta hiç bir şey düşünmedim. Hemen "tamam, olurum" dedim. Sanki ışığa divane olmuş pervaneler gibi gözümü rozetten alamıyordum. Ne pahasına olursa olsun o rozet benim olmalıydı. Zaten ha Fenerli olmuşum, ha Beşiktaşlı benim için aynıydı. Futbolla ilgisi olmayan bir çocuktum işte. Hangi takımlı olduğum benim için çok da önemli değildi. Teklifi hemen kabul ettim ve rozeti büyük bir gururla yakama taktım. Babamın fenerli olmasından dolayı Beşiktaşlı doğamamıştım belki ama o gün, o rozet için Beşiktaşlı olmuştum.
Zamanla, biraz her mahallede, her yaşta çocuk futbol oynadığından ve konuştuğundan, mecburen aralarına katılmak için, biraz da beni Beşiktaşlı yapan abi bir şeyler sorarsa cevap verebilmek için Beşiktaş maçlarını izlemeye başlıyorum. İzledikçe kendimi o siyah beyaz formalı adamlara daha bir yakın hissetmeye başlıyorum. Tribünlerin siyah beyaz görüntüsü dünyanın en mükemmel manzarası gibi geliyor bana yavaş yavaş. Hele o bıyıklı adam, ikisini de göremediğimden hep özlemini duyduğum dedem gibi olmaya başlıyor sanki.
Aradan zaman geçiyor, bende Beşiktaş aşkı, Beşiktaş'ın müzesinde de kupalar artmaya devam ediyor. Metin, Ali, Feyyaz, Şifo, Rıza, Gökhan, Recep ve diğerleri alınmadık kupa bırakmıyorlar o zaman. Hayat mutlu mesut devam ediyor. Tek şikayetim doğuştan Beşiktaşlı olmamak. Ara sıra aklıma geldikçe kadere lanet okuyorum "Niye Beşiktaşlı doğmadım?" diye. İlk başlarda ciddi ciddi dert ediyorum bu durumu kendime. Sonraları doğuştan Beşiktaşlı olamasam da, Beşiktaş'ı kendi irademle seçip, tercih ettiğim ve bu tercihimde ısrarcı olduğum için aslında bunun ne kadar özel bir durum olduğunu kavrıyorum. Sonradan Beşiktaşlı olmanın da, doğuştan Beşiktaşlı olmak kadar özel bir durum olduğunu anlıyorum.

Babam ise oğlunun başka bir takımın taraftarı olmasına ses çıkarmıyor görünüyor ama biliyorum ki içten içe tekrar Fenerli olmamı istiyor ve bunun için bazı planlar yapıyor. Bir gün "Çocuklar bu hafta sonu maça gidiyoruz" diyor. Hayatımda ilk defa statta bir maç izleyecek olmanın heyecanı kaplıyor birden beni. Sonra hatırlıyorum ki babam Fenerli. Üstelik Babamın Fenerli olduğu yetmezmiş gibi kardeşim de Fenerli. Eyvah diyorum, bunlar beni Fener maçına götürecekler. Tam "Ben o kadar Fenerli arasına girmem. Ben gelmeyeceğim" diye babama salya sümük çemkirmek üzereyken, o hafta sonu Fenerin maçının Beşiktaş ile olduğunu hatırlıyorum. İlk defa bir maça gideceğim ve o maç bir Beşiktaş - Fenerbahçe maçı.
Çemkirmekten hemen vazgeçiyorum çünkü sanıyorum ki maça gittiğimizde babam ve kardeşim Fener tarafına, ben ise Beşiktaş tarafına gireceğim ve benimle aynı renklere, aynı sevdaya aşık binlerce insan ile birlikte maçı izleyeceğim. Düşündüğüm gibi olmuyor tabii. Stada vardığımızda babam "Olmaz öyle şey. Seni tek başına bırakmam bir yere" diyor. "Kardeşinle biz iki kişiyiz. Sen tek kişisin. Bizimle beraber Fener tarafına gireceksin." diye de ekliyor. Çaresiz kabul ediyorum tabii.
Babamın gönlünde Fener tribününde tekrar Fenerli olacağım ümidi, benim yüreğimde sahadaki kartalları yakından görme heyecanı varken maç başlıyor. Maçın başlamasıyla birlikte zavallı babamın da umut dakikaları başlıyor. Bekliyor ki şimdi Fener’i bir gol atsın ve ben o golün etkisiyle tekrar Fenerli olayım. Babam Fenerden bir gol bekleyedururken, hayatımın ilk siyahi kahramanı Ferdi daha fazla bekleyemiyor ve günümüze kadar ulaşmış tabirle Fenerbahçe defansını çarşıya göndererek Beşiktaş adına bir gol atıyor. Maçtan önce babam tarafından sıkı sıkı “Sakın Fenerlilerin içinde Beşiktaş diye bağırma, hepimizi döverler. Fener diye bağıracaksın” diye tembihlendiğim için gol olunca sesimi çıkartmıyorum ama beklediği gibi Fener diye de bağırmıyorum. Derken yeşil sahaların en yetenekli golcülerinden Feyyaz, Fenerbahçe filelerine 2. golü bırakıyor. İşte buraya kadar diyorum. Artık bağırmam lazım, artık Beşiktaş diye haykırmam lazım ama yine yapamıyorum. 2. golden sonra dönüp babama bakıyorum. Bağırmak istediğimi anlıyor mu bilmiyorum ama “Sakın bağırma, dayak yemeyelim” diyor. Çaresiz dönüyorum önüme ama bir şey yapmam lazım. Artık dayanamıyorum ve montumun kapüşonunu başıma çekiyorum. Kapüşonun içinde iyice içeriye sinerek ve ellerimi yüzümün hizasında tutup sessiz sessiz alkışlayarak, dışımdan sessizce ama içeride çarşının bile desibel rekorunu alt edercesine kıyamet bir sesle “Beşiktaş, Beşiktaş, Beşiktaş” diye bağırıyorum. Babam eğilip bana bakıyor ve beni bu kadar korkutmasına rağmen sessiz sessiz de olsa böyle Beşiktaş diye bağırırken görünce, benim artık Beşiktaş’tan vazgeçmeyeceğimi anlıyor. Babam gibi bende o gün, o halimden sonra anlıyorum ki artık ben tamamım. Artık ben uslanmaz, yorulmaz, yılmaz, ve asla pes etmez bir şekilde Beşiktaşlıyım.

Almanya'da doğmuşum. Baba ne yazık ki Fenerli. Ben de ilk olarak Fener'i bilmişim ama sonradan dibine kadar Beşiktaşlı olmuşum. Olmuşum olmasına ama bazılarına göre Beşiktaşlı doğmamışım. Peki Beşiktaşlı doğmadım diye diğerlerinden var mı bir farkım? Sen Beşiktaşlı bir babanın oğlu ya da kızı olarak doğdun ve doğduğun günden beri kendini Beşiktaşlı bildin diye, benden daha farklı, daha özel olduğunu iddia edebilir misin? Edemezsin. O zaman boş ver Beşiktaşlı doğulur mu? olunur mu? Beşiktaşlı doğanı da, sonradan olanı da güzel bu taraftarın.
Son olarak; beni Beşiktaşlı yapan rozeti veren abiyi, neredeyse 20 yıl sonra bir Beşiktaş maçı öncesi eski açığın orada dolanırken gördüm. İki hoşbeşten sonra “Abi, hatırlıyor musun? Beni sen Beşiktaşlı yapmıştın” dedim. “Hatırlamaz mıyım?” dedi. Devamında ne diyeceğimi bilemedim. Yıllar boyunca ne zaman aklıma Beşiktaşlı olduğum günler gelse, kendisi hakkında neler hissettiğimi şöyle anlatırım, böyle anlatırım dediğim adama karşı hiçbir şey diyemiyordum. Sanki ne desem, nasıl teşekkür etsem az kalacakmış gibi geliyor ve ağzımdan bir türlü kelimeler çıkmıyordu ama eminim o an kendisi gözlerimden anlamıştır neler demek, nasıl teşekkür etmek istediğimi. En sonunda sırf bir şey söylemiş olmak için “Allah senden razı olsun” dedim. Gülümsedi “Hangi tribündesin sen?” dedi. Farklı tribünlerde olduğumuzu anlayınca bana veda edip arkadaşlarını bulmak üzere kalabalığın arasında kayboldu. İsterdim ki gitmeden önce kendisine gururla taktığım rozeti göstereyim ve “Bak bunu hala saklıyorum ve hala takıyorum. Benden sonra da bunu çocuğum takacak” diyeyim. Diyemiyorum. O büyük insan uzaklaşıp gittiği için değil, ben o rozeti kaybettiğim için diyemiyorum. Hayatımın en önemli eşyasını kaybettiğim için arkasından sadece bakakalıyorum.

10 Nisan 2010 Cumartesi

Denizli ile 1 yıl daha mı?



Kendisiyle yeni sözleşme imzalanmasının istikrar için iyi olduğunu düşünenler var. Peki ya takımın istikrarı ne olacak? Hadi son haftaları geçtim. Sakatlıklar çok oldu falan filan, ya daha önceki haftalar. Bir hafta ilk 11 başlayan adamın ertesi hafta ilk 18 içinde bile yer almaması. Sürekli değişen bir defans, orta saha ve forvet hattı.
Toraman bir hafta sağ bek, bir hafta stoper, bir hafta ön libero. Hatta aynı maç içinde bile bu 3 farklı bölgede oynamışlığı var.
Orta sahada bir hafta ernst - fink, öbür hafta ernst - necip, başka hafta 3'ü birden oynar. Sonra araya bazen de tabata, uğur inceman falan serpiştirilir.
Forvette bir bobo, bir holosko, bir nihat. Bazen bunlar arasında ikili farklı kombinasyonlar. Arada sırada nobre de katılır bu kombinasyona. Holosko bazen sağda, bazen solda. Tello desen hakeza. Hele bobo ara sıra solda oynamıyor mu? o zaman tam şenlik havası oluyor benim için.

Teknik direktörlerin görev süresinde istikrar, devamlılık iyidir ama takım kadrosunda da bir istikrar, bir devamlılık gerekli değil mi? Sadece görev süresi için mi gerekiyor istikrar?
Mustafa Denizli geleceği değil, günü kurtarmaya çalışan bir adam. Mutlak galibiyete ihtiyacın varken 3 ön libero ile oyuna başlamak futbolda günü kurtarmaya çalıştığının en temel göstergesidir. Günü kurtarmaya çalışan bir adamdan da uzun yıllar faydalanmaya çalışmanız boşunadır. Geçen sene takımı şampiyon yaptığında (evet en büyük pay denizlinindir) kendisine teşekkür edilip gönderilmeliydi. Başımızda aynı denizli gibi günü kurtarmaya meraklı bir başkan varken bu beklenilemezdi tabi.

Gerekli yerlerde ve gerektiği gibi konuşmayı bilmesi, basının kendisini yönetmesine izin vermemesi, hatta kendisinin basını istediği şekilde yönetmesi ve daha bir çok özelliği ile hakikaten türkiye'deki en önemli teknik direktördür ama sahaya sürdüğü kadroda istikrar olmayan ve günlük düşünen biri, Galatasaray UEFA kupasını 10 sene kadar önce almışken, milli takım hem dünya hem Avrupa üçüncüsü olmuşken, yani Türk futbolunun, Türk takımlarının aslında tam atılıma başlaması gereken hatta geç bile kaldığı bu yıllarda istikrar adına takımın başında tutulmamalıdır. Artık takımlarımızı Avrupa'da başarı kovalayacak, uzun yılları hesaba katarak bir sistem kazandıracak, futbolumuza bir kimlik katabilecek insanlara teslim etmek zorundayız. Beşiktaş'a gelmiş hocalar içinde bunu başarabilmeye en yakın isim Jean Tigana idi. kendisinin ve Beşiktaşlıların en büyük şanssızlığı Demirören zamanında Beşiktaş'a gelmiş olması.

Şunu da iddia ediyorum. Bakmayın siz yeni sözleşme imzalandığına. Sezon sonunda Beşiktaş şampiyon olamazsa Mustafa Denizli bu takımın başında kalamaz. Demirören'i tanıyorum. Hiç sözleşme varmış, daha yeni imzalanmış falan dinlemez. Beşiktaş şampiyon olamazsa Mustafa Denizli seneye bu takımın maçlarını yine Lig tv'den yorumlar. Bir de çıkıp televizyonda yine "Ben olsam Bobo varken Nobre ile başlamam" der. Sanki kendisi de aynı şeyi yapmamış gibi. İşte o zaman ben de kafayı duvara vura vura hafızamı silmeye çalışırım.

3 Nisan 2010 Cumartesi

Wallpaper

Resmi büyütmek için resmin üzerine tıklayınız...

22 Şubat 2010 Pazartesi

3 Vakte Kadar


Bir hoca düşünün, kadrosunu ihtimaller üzerine kuran bir hoca. Nobre’nin şansı Galatasaray’a tutuyor diye oyuna Nobre ile başlayan bir hoca. Bir ihtimal şansı yine tutarsa da gol bulursak diye düşünen bir hoca. Ve bu hocanın Türkiye’nin en önemli kulüplerinden birinin başında olduğunu düşünün. Komik değil mi? ama nedense ben gülemiyorum. Biz gülemiyoruz.

Buradan Mustafa hocama naçizane bir tavsiyem var. Kendisine yardımcı olarak Tayfur’un yanında bir de astrolog alsın. Maçlardan önce astroloğumuz her futbolcunun yıldız haritasını çıkarır ve burcuna, doğum tarihine göre o gün kimin şanslı gününde olduğunu, kimin bahtının açık, kimin kapalı olduğunu falan söyler. Buna göre de şanslı gününde olan futbolculardan başlayarak kadroyu kurar kendisi. Benden küçük bir tavsiye bu sadece hocamıza. Madem şansa, kadere göre kadro kuracak, bari biraz daha yardım alsın. Kendine baktığı kahve falına göre kadro kurmasın yoksa 3 vakte kadar kendisine uzun bir yol çıkabilir falında.

10 Şubat 2010 Çarşamba

Wallpaper

Resmi büyütmek için resmin üzerine tıklayınız...


9 Şubat 2010 Salı

Cuk Cuk



Takıma destek olmak lazım diyen adamlar maçta Tello ve Nihat’ı ıslıkladılar. Ne kadar büyük bir destek vermiş oldular takımlarına böylece. Bak adam gibi oynamazsan seni de ıslıklarım demiş olup, diğer futbolculara gaz vermiş oldular. Bu sayede 4 gol gelmiş oldu.
Merak ediyorum, biz ne zaman değistik böyle? Ne zaman skora göre tepki veren, günlük başarılara bakan bir taraftara dönüştük diye?
Cevap basit aslında. Demirören’den sonra. Kolay kolay da değişmez artık bu profil bizde. Nasıl değişsinki. Demirören yolu bulmuş. Her seferinde taraftarı susturmayı biliyor.
Demirören için biz taraftarlar olarak bir bakıma ağlamaya başladı mı ağzına meme tıkılan bebek gibi olduk. Şimdi takım iyi gidiyor sorun yok. Bu sezon sonuna doğru takım kötü giderse taraftar ağlamaya başlar, sene başında Mansimov sayesinde bir yıldız alınır, taraftarın ağzına memesi verilmiş olur ve taraftar susturulur. O yıldız elimizde patlar, taraftar yine isyana başlar, hoop devre arasında yeni bir hoca gelir al sana bir meme daha. Biz taraftarlar olarak ağzımızdaki memeyi cuk cuklayalim boyuna. Asıl Demirören Beşiktaş’ı cuk cukluyor haberimiz yok.

7 Şubat 2010 Pazar

Efsaneler #3



Futbol hayatı boyunca hiç kırmızı kart görmemiş bir futbolcu. 100 gol barajını geçen ilk orta saha oyuncusu. Yaptığı jübilenin tüm gelirini Türkiye eğitim gönüllüleri vakfına bağışlayan bir efsane. Mehmet Özdilek.

6 Şubat 2010 Cumartesi

Pascal Nouma - Güzel Oyun (Video)

1. Bölüm






2. Bölüm


Pascal Nouma - Güzel Oyun II
Yükleyen znzyn. - Basketbol, beyzbol, güreş ve diğer spor videoları.

27 Ocak 2010 Çarşamba

Karar Zamanı - İbrahim Altınsay Yazısı




Karar zamanı

Siyaset hakikatler ve olgular üzerinden yapılır. Muktedirler ise çoğu kez hakikatlere ve olgulara doğrudan karşı çıkmazlar. Kavramların içini boşaltarak yaparlar bunu. Beşiktaş Genel Kurulu’na dört gün kaldı. Tepetaklak olmuş kavramları konuşmanın tam zamanı. Aslında öteki kulüplerde ve memlekette durum pek farklı değil.
KURUMSALLAŞMA: Seçim zamanlarının en sihirli lâfı... Bazıları buna şirketleşmeyi de ekliyor. İster şirket, ister kamu yararına dernek olsun, spor kulüpleri toplumsal fayda üreten birer kurum... Böyleysen her şeyden önce kişilerin iradelerinden bağımsız kurallara göre çalışacaksın. Gelirin, giderin belli olacak. Birbirini karşılayacak. Gelirini saçmayacak, büyüteceksin. Ödeyebileceğin kadar borçlanacaksın. Bir dediğin öteki söylediğini tutacak.
“Paralı adam lazım”, “İstediğim gibi para veririm, istediğim gibi alırım” dersen orada kurumsallaşmadan değil, olsa olsa ‘kumarlaşmadan’ söz edilir. Hem de parayı saçanın hiç kaybetmediği, kulübün hep kaybettiği bir kumardan.
Beşiktaş Başkanı, “Mali açıdan Liverpool’u, Real Madrid’i geçtik” diyebiliyor. Kötü misal örnek alınmaz ama var mı o kulüplerde bile 5.5 yıl içinde borçları 10 katına çıkarmak, var mı şahıslara borçlanmak, “Paramı alır giderim” diye tehdit sallamak? Var mı kulübün kaynaklarını üç kuruş için çarçur etmek, kulübün gelecekteki gelirlerini yüksek faizle kırdırmak? Var mı 10’a aldığınız futbolcuyu bedava yollamak ama bonservisini gelecek yönetime ödetmek?
Daha önemlisi kurumsallaşmış yerde neyin yapılacağı bellidir, neyin yapılmayacağı da. Önce iktidarda olanlar kendilerini kurallarla sınırlar. Orada güven olur. Her şey, ikide bir ağız değiştiren bir başkanın iki dudağı arasında olmaz. Sana olan güveni kaybedersen sonunda herkesi düşman görürsün, top oynamaktan bile korkar olursun.
Kurumsallaşmış bir kulüp “Aman Kongre öncesi olası puan kaybından yırttık” diye, geçen cumartesi İnönü’yü öyle yalandan temizler gibi yapar mıydı?
PROFESYONELLEŞME: Sihirli kavramlardan biri de bu. Sanki Marslılar gibi, uzayın derinliklerinden profesyoneller gelecek ve sorunları ışınlı değnekleriyle bir anda çözecek! Kulüpler profesyonellerin yetişmesine izin vermiyorsa, onlara çalışma hakkı tanımıyorsa nasıl ortaya çıkacak profesyoneller?
Kulüplerde profesyoneller zaten var. İşte teknik direktörler ve futbolcular... Bakın onlara nasıl davranıyorsunuz. Sözleşmesini bile okumadan yoluna kırmızı halı serdiğiniz adamları ilk yenilgide yolluyor, çuvalla tazminat ödüyorsunuz. Havalimanında omuzlarda getirttiğiniz futbolcuları yarım sezon sonra yollamak için cambazlıklar yapıyorsunuz. Bonservisine 7 milyon avro saydığınız Delgado’ya çürük raporu almaya çalışıyorsunuz. Başka kulübe gitmeyen futbolcuya baskı yapıyorsunuz. Futbolculara “Alacağım yoktur” yazıları imzalatıyorsunuz.
Çalışanınıza köle muamelesi yaptığınız yerde profesyonellikten söz edilir mi? “Daha iyiyiz” denilen yabancı kulüplerde, futbolcu ücretleri üç ay gecikmeli ödensin bakalım, nasıl kulüp kayyuma teslim ediliyor, 10 puanı siliniyor.
ALTYAPI: Bu kadar altı üstüne getirilmiş başka kavram var mı acaba? Her sene 10-15 futbolcu getirir, bir o kadar da yollamaya çalışırsanız altyapıya neden ihtiyacınız olsun ki! Arada bir göstermelik bir altyapı futbolcusu oynatacaksınız da millet buna inanacak mı? Kadroda 6+2 yabancı bulundurduğunuz bir sistemde genç futbolcuyu nereden bulacak, nasıl yetiştireceksiniz, nerede oynatacaksınız?
Futbolu, transfer oyunu, daha doğrusu oyuncağı haline getirdiniz. Transfer yaparak günü kurtaracağınızı sanıyorsunuz. Borçlar bu hesapsızlığın sonucu. Beşiktaş yönetimi parmak hesabını bile şaşırıp yabancı sayısını 9’a çıkardı. Şimdi kimi yollayacağız diye kara kara düşünüyorlar. Tabata’yı yollamaya cesaret edemeyince kabağı, geçen yıl iki kupada büyük katkısı olan Tello’nun başına patlatacaklar gibi.
STAT: Kuru büyüklüklerle övünen, daha doğrusu avunan bir toplum olduk ya, sıkıştığınızda patlatın “Yeni ve modern stat” vaadini... Alelacele çizilmiş resimleri de proje diye etrafa dağıtın. O stadı hangi finansmanla yapacaksınız, nasıl işleteceksiniz, nasıl dolduracaksınız, belli değil. Büyük maçlar dışında İnönü Stadı’nın yarısı bile dolmuyor. Aklı başında taraftar yıllardır İnönü’ye gitmeye, gidince futbol tadıyla bir maç izlemeye hasret. VIP tribününe bile hatırla bedava adam alıyorsunuz ama Derbiler’de Açık Tribün bilet fiyatlarını on misline çıkartıp fırsatçılık yapıyorsunuz... (Öteki ‘Büyükler’ farklı mı? Modernliğiyle böbürlenilen Saraçoğlu’nun zemini utanılacak durumda. Maç günü trafik felaket... Devletin toplu konut kurumu, otoyolun kıyısında Galatasaray’a stat yapıyor. Ali Sami Yen’de 15 bin ortalamayı zor bulan yönetim 55 bin kişilik kapasiteyle övünüyor).
Stat denince beton, demir ve loca mı aklınıza geliyor sadece. Tamam, loca yapıp kulübün gelirlerini artırın ama stat dediğiniz yer sadece bir bina değil. Taraftarın kalbinin attığı, anılarının ürediği yer. Hayatının parçası... Beşiktaş’ın öncelikli meselesi yeni stat değil, taraftarının gönül rahatlığıyla maç izleyeceği, “Evim” diyeceği bir “Şeref Bey Stadı”.
TARAFTAR: Stattan geldik taraftara... VIP tribününde puro çiğneyenlerin desibel olarak gördükleri, yeri geldiğinde “en büyük taraftar” diye kuyrukçuluk yaptıkları, yeri geldiğinde bir mal gibi kalitesini yükseltmekten söz ettikleri, onunla da onsuz da olunmayan kitleye...
Beşiktaş gibi kulüpleri benzersiz yapan iki şey var; taraftarı ve tarihi... Madem ‘para her şey’ o zaman bastırın parayı yaratın bir Beşiktaş daha...
Taraftarın özgür iradesinden korkan yönetimler, kendine bağlı ‘profesyonel taraftar’ yaratarak tribünleri yönlendirmeye çalışıyor. Taviz üzerine taviz vererek ‘imtiyazlı bir kesim’ yaratıyor. İşine gelmeyince ya bilet fiyatlarını yükseltiyor, ya da taraftar arasında çatışmalar çıkartıyor. Olmuyor taraftarın üzerine adam saldırtıyor, pankartlarını yasaklıyor, özgürlüğüne gem vurmaya çalışıyor... “En büyük taraftar” sonunda “küfürbaz taraftar” oluveriyor.
Bütün bu tartışmalar arasında güme giden bir hakikat var: Taraftar kitlesinin iradesinin kulüp yönetimlerine demokratik biçimde yansıması hep engelleniyor.
***
Tribünde ve tribün dışında taraftar “Yeter” diyorsa Beşiktaş’ta ciddi bir yönetim krizi ve güven sorunu vardır artık. Yüksek üyelik giriş ücreti ve grup çıkarları yüzünden taraftarın iradesini tam yansıtamayan Genel Kurul, mevcut yönetim anlayışına bir üç yıl daha izin verirse yönetim krizi devam edecek, yukarıdaki konuları tartışmanın zemini bile ortadan kalkacak gibi gözüküyor. İşin vahimi Genel Kurul’un kendisi güven bunalımının parçası olacak.
Karar Genel Kurul üyelerinin...

Kaynak: http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=976951&Yazar=%C4%B0BRAH%C4%B0M%20ALTINSAY&Date=27.01.2010&CategoryID=103 

"Beşiktaş Tarihinin En Kötü Başkanı" Atıf Keçeci'nin Yazısı




'Beşiktaş tarihinin en kötü başkanı' *

Başlıklar önemli sözler kapsamına girer mi bilemem; ancak bunu kulağımla duydum. Bu, Sayın Metin Keçeli'nin başkanlık adaylığından vazgeçtiğini ifade ettiği basın toplantısındaki sözleridir.

İki sayfalık açıklamasında yer alan ve kupür halinde verdiğimiz ilgili paragrafı yazılı metinden aynen naklediyorum: "SN.YILDIRIM DEMİRÖREN! bu yönetim anlayışı ile devam ederseniz kulübümüzü tarihinde görülmemiş karanlık tünellere sokarsınız. Kazandığınız takdirde derhal radikal kararlar almalısınız. Mali disiplin, Altyapı, Vakıf öncelikleriniz olmalı. Belki böylece kendinizi de Beşiktaş Tarihinin en kötü Başkanı olmaktan kurtarırsınız." Yukarıdaki satırları aynen kopyaladığım için imla ve yazılım hataları kendisine aittir.

5 Ocak 2010 tarihinde bu görüşte olan Metin Keçeli ne hikmetse 20 gün sonra 'Değişim' yaşıyor ve Yıldırım Demirören'in listesine giriyor. Bu saadete nasıl eriştiğini soran dostlarına, 'Süleyman Seba'ya kızgınlığından' dem vuruyor. Cevaplaması gereken önemli bir soru daha! Rahmetli Şan Ökten'in bizlere emaneti kızı İpek Ökten'in, Murat Aksu'nun listesinde olacağı duyulduğunda Metin Keçeli tarafından telefonla aranıyor. Keçeli, İpek kardeşimize sözde nasihat anlamında, "Eğer Murat Aksu'nun listesine girersen baban mezarında rahat uyuyamaz." diyor. Hemşehrisi olan Şan Ökten'in ismini taşıyan Fulya'ya göz atalım. Şimdi ben de Sayın Keçeli'ye soruyorum: Özkaynak grubunun kullandığı binanın yeniden yapılması için müteahhit Yaşar Aşçıoğlu'nun kendi isminin de yazılmasını şart koştuğu sözleşmede imzası olan Yıldırım Demirören'in listesinde yer alması halinde merhum Şan Ökten neler hisseder acaba? Metin Keçeli'nin bu hususta rüyasına girenler olursa onu da bilmek isteriz!

Yakın geçmişte isim değişikliği yapılmaması için toplanan imzalarda ve düzenlenen toplantılarda gözükmeyen Metin Keçeli'nin, Şan Ökten sevgisi yeni depreşmiş olsa gerek! Esasında Metin Keçeli'yi mazur görmek gerek. Zira önceleri sağ, şimdilerin solcu parti mensubu Keçeli, görev üstlendiği Beşiktaş Belediyesi'nde amiri konumundaki başkan İsmail Ünal'ın istemleriyle hareket etme zorunluluğunda. Birçok imar değişikliğinde müşterek imzaları var. Fulya Projesi ilave katlar kararı, Ortaköy'de bilinen inşaatlar ve son zamanlarda internet sitelerine düşen; yarınlarda yazılı ve görsel medyada bulacağımız birçok imar konusu örnek gösterilebilir. Bu konuda Murat Aksu'nun, "Hesap soracağız." sözleri gücünü ve kendi eksikliklerini bilmelerinden olsa gerek telaşa düşmelerinin sebebi olabilir mi?

Bu konularda dikkat çeken isim Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal'dır. Kendi geleceği açısından Yıldırım Demirören'e yakın gözükmekte. Demirören'in bugün açıklanacak listesinde Emin Önal ismini görmemiz sürpriz olmaz. Geçen hafta sonu birlikte 'PaperMoon'da yenen ikili yemeğin konusu acaba neydi? İzmirli Emin Önal'ın, Beşiktaş ilçesindeki bazı arazilere ilgi duyması mı, yoksa listeye girmesi miydi?

Metin Keçeli'nin bu kararıyla ilgili pek çok kişiyle görüştüm. Yıldırım Demirören sempatizanları bile isyan halinde. 'Bu koltukta ne var?' diye sorup durdular. Ben de onlara ve kendime tercüman olup aynı şeyi soruyorum: "Bu koltukta ne var?" Bunca yanlış, kulübü Metin Keçeli'nin dediği gibi karanlık tünellere sokan bir başkanın ve onun listesindekilerin, hakaretin en ağırını, küfrün en fütursuzunu işitmeye talip olmalarının altında herhalde bizlerin aklının ermediği çok önemli! işler var, ne diyelim hepsine hayırlı! işler.

Yazıyı Metin Keçeli'nin basın toplantısındaki açıklamasının bitiş cümlesiyle bağlayalım. Metin Keçeli, "Beşiktaş, ciddiyet, sorumluluk ve onurdur." demişti. İnsanlar özde yapamadıklarını söyleme döktüklerinde işte günümüzdeki gibi açık verirler. Üzüntüm, Beşiktaş değerlerinin birtakım hesapçıların kötü emellerine alet olarak eriyip gitmesi. Olmadı Metin kardeşim, uymadı, hiç yakışmadı. "Sen de mi Keçeli?" dedirtmeyecektin. Bu yazının sahibi, 1987 Temmuz'unda geçirdikleri kaza sonucu Metin Keçeli ve Ergun Gökalp'in ambulansla İstanbul Çapa Ortopedi Kliniği'ne getirilişleri esnasında yattıkları sedyenin bir ucundan tutan kişidir. Her şeye rağmen, "Hakkım helal olsun."

* İsmi bir dönem başkan adayları arasında geçen Metin Keçeli'nin, 5 Ocak 2010 tarihinde kullandığı ifadeler.

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1155

25 Ocak 2010 Pazartesi

Metin Keçeli Demirören'in listesinde

Metin Keçeli Demirören'in listesine katılmış.


 http://www.ntvmsnbc.com/id/25048877/

Bu hareket, Beşiktaş'ı sırtından bıçaklamaktan, Beşiktaş'ın geleceğini satmaktan öte benim gözümde hiçbir anlam içermemektedir. Daha 1 ay öncesinde bol bol salladığın adamın yanında ne işin var diye sormazlar mı adama? "Kulübü hiç görülmemiş karanlıklara sokarsınız" dediğin Demirören'e bu yolda yardım etmeye mi geldin diye sormazlar mı adama? Camianın hatırı sayılır bir kesiminin bir gün başkan olarak bile görmek istediği bir adamken, artık Demirören'in yancısı olmanın ne alemi vardı diye sormazlar mı adama?
Bir gün hepinizden temizleyeceğiz bu kulübü ve umarım o gün bugündür.

23 Ocak 2010 Cumartesi

Wallpaper

Resmi büyütmek için resmin üzerine tıklayınız...



15 Ocak 2010 Cuma

Wallpaper

Resmi büyütmek için resmin üzerine tıklayınız...


9 Ocak 2010 Cumartesi

Ziraat Türkiye Kupası: Beşiktaş - Kasımpaşa


7 Ocak 2010 Perşembe

Wallpaper

Resmi büyütmek için resmin üzerine tıklayınız...




4 Ocak 2010 Pazartesi

Efsaneler #2



Beşiktaş'ın onursal, benim ebedi başkanım...

3 Ocak 2010 Pazar

2. Yarı Fikstürü - Wallpaper

Resmi büyütmek için resmin üzerine tıklayınız...